Galata Köprüsünden Aralık ayında geçmek… Dalgalı bir deniz, zaman zaman rüzgârla gelen hafif bir nemle birlikte yüzünüze dokunur, sizi okşar gibi. Yağmur hafifçe yağmaya devam ederken, Karaköy’den Eminönü’ne doğru yavaş yavaş başlarsınız yürümeye. Önce İstanbul Boğazı’na bakan taraftan başlayan yolculuğunuzda, size eşsiz kokular eşlik eder. Farkında olmadan derin bir nefes alırsınız; sanki o an içinize dolan bir yaşam iksiridir. Marmara ve Karadeniz’in birleşen suyu size iyotun, tuzun ve birçok farklı maddelerin gizemini taşır. Laciverte çalan mavi, gözlerinizi derinliğine çeker.

Bir süre sonra, bir aralık çıkar karşınıza ve Haliç’i görürsünüz. Artık adımlarınızı siz değil, İstanbul tayin eder. Köprünün Haliç tarafına doğru gider ve büyülü atmosfer içinde yürümeye devam edersiniz. Bu sefer benzer ama başka kokular, görüntüler ve hisler taşır sizi karşı kıyıya doğru. Bir süre sonra köprünün altından, deniz seviyesinden yukarı çıkmanız gerekir. Alttaki restoranlar, soğukta sıcak bir noktada yemek yiyen birkaç kişi, aralıktaki mutfaklar, depolar ve garsonların hareketi yoktur artık.

Yukarıda sizi trafik, sesler, onlarca farklı kültürden insan karşılar. Amatör balıkçıların aşağıdan yukarı doğru yükselen misinalarının ucundaki balıklar ve her biri küçük birer akvaryum olan su dolu kovalar yeni yolunuzun dekorlarıdır. Köprünün üzerindeki yaşam, bir sahnede sergilenen gösteri gibi başka bir boyut kazanır. Heyecanlanırsınız; adımlarınız bazen hızlanır, bazen yavaşlar. Bir an gelir, durursunuz. Belki bir tekne, sudaki parıltı ya da etkileyici bambaşka bir şey dikkatinizi çeker. Durur ve izlersiniz. O andan itibaren artık köprünün, denizin ve İstanbul’un bir parçası olmuşsunuzdur.

İçsel bir yolculuğa davet eder sizi bu gizemli köprü. Farklı düşüncelere dalarsınız. Kafanızın içindekiler, dışarıdaki rüzgâr ve yüzünüze temas eden iyotlu su, size daha canlı ve büyülü hayaller sunar. Sanki hem oradasınızdır hem de birçok yerde. Ruhunuzun hafiflediğini hisseder, gökyüzüne bakar ve gülümsersiniz. Hatta mutluluktan ağlayabilirsiniz. Yaşamın anlamını bir kez daha fısıldamaktadır etrafınızdaki ve zihninizdeki her şey.

Tarihi yarımadaya doğru dönersiniz ve geçmişin bütün hikayesi sanki karşınızdadır o an. Bir vapurun bacasından yükselen, yağmur bulutlarının rengindeki dumana dalmışken, sesi, yere konan bir martı misali tekrar bulunduğunuz ana, köprüye bırakıverir sizi. Vapur iskeleden ayrılır ve Eminönü’ndeki balıkçı teknelerinden nefis uskumru ve ekmek kokusu gelir burnunuza. O an anlarsınız ki, mucizeler köprüsü geride kalmak üzeredir. Ta ki bir dahaki sefere kadar.