( Bir daha yepyeni bir sayfa açmak. Geçmişin kasveti, insanı karamsarlığa iten yapısı ve omuzlara çökmüş ağır bir yükten, bir an da kurtulmanın sevinci. Kuşların birbirlerine nazire yaparcasına ötüşleri ve parlayan güneşin teninize dokunduğunda uzun bir aradan sonra içinizi ısıtması. Her şey daha parlak, çiçekler her yerde, gökyüzü daha mavi; bence umudun ayı Mayıs. Bütün […]
( Gece olup, kendimi özgürlüğe götüreceğim yatağıma yattığımda, gitmek istediğim yerleri düşünmeye başlıyorum. Ulaştığım yerde beraber olacağım insanlar, tek tek zihnimin içerisinde dönüp duruyor. Mesela bu ay, yani eşsiz Nisan’da, kalabalık Sultanahmet’deyim. Ilık bir hava ve parlayan güneş altında, ben ve benimle olmasını istediklerimle yürüyorum Vezneciler’e doğru; Çemberlitaş’ın oraya geldiğimde, Nuruosmaniye Cami’ne doğru dönüp, küçük […]
( Anlamsız gelir bazen var olan her şey; başarıların, yenilgilerin, sevinçlerin ve hüzünlerin; sonunda kaybedeceğini bildiğin bir yarışta olmak istemezsin ve şöyle dersin kendine, “Neden?” ama cevabını veremezsin! Sonra yarını, doğacak güneşi düşünürsün ve sebepsiz yere Kuzguncuk gelir aklına, hem de bir nisan ayında. Yokuşlu sokaklarının üzerindeki masallardan fırlamış gibi duran iki katlı rengarenk tarihi […]
( Karanlık, sessizlik ve arkasından gelen derin yalnızlık. Gecenin içinde kalan her şey, üzeri örtülmüş bir toprak gibi; altında bir çok canlı olduğunu bildiğin halde, hiçbir şey gelmez elden. Beklersin gelecek aydınlığı ve bu kayboluşun büyüsünün bozulmasını. Büyük bir sır! Tek başına kaldığın, düşüncelerinin tutsağı olduğun anlar. Duygularının bir çağlayan gibi içine aktığı da olur […]
( Her şeyiyle o ana ait olmayan, küçük ya da büyük bir kağıdın veya ekranın üzerinde gördüğümüz görüntü. Hiçbir zaman kayıtsız kalamadığım, başka zamandan gelen bir kanıt, sessiz bir feryat sanki. Nerede karşıma çıksa, bu insanların, bu nesnelerin durdurulduğu anı düşünmeden edemem. Nasıl bir gündü, insanlar neler hissediyorlardı? Ya da görüntülerde ki eşyalar kimlere aitti? […]
( Uydurulmuş bütün kuralların dışında, zamansız ve sınırsız, asi bir martı olsam Galata’da! Masmavi suların üzerinde süzülüp, var olmanın dayanılmaz gücünün farkına varsam. Kuleye doğru uçup, konsam en tepesine ve hissetsem soğuk şubat rüzgarlarını. Ya da, saklanıp bir çatının baca kenarına, beklesem erguvan mevsimini; mor tepeli Boğaziçi’ne uçmak için… Bir yok olup, bir var olan […]
( Aynada ki bu surat, klavyeye dokunan parmaklar, ya da bu vücut, ben değilim bazen. Zihnimin içinde dolaşan bilinmezlik, anlamsızlık, tedirginlik dolu bir sürü düşünce ve var olma sebebimizin cevapsızlığı. Sanki, bu ana kadar sahip olduğum tüm bilgilerimin olduğu sayfa, elimde bir ormanda yürüyorum. Satırlar yavaşça kağıdın kenarından kayıyor, zemine düşüp yapraklar arasında kayboluyorlar. Baktığımda […]
( Olacaklar veya olmuş olanlar, hepsi birer hayal değil mi? Yani, anın dışında olan her şey. Gerçekler, belki de yalanlar. Aynı, taze kesilmiş karpuz gibi kokan bir denizden, sarı saçlarının kokusu burnunuzu esir alan sevgiliden, ya da sımsıcak anne kucağından geriye kalanlar gibi; sadece hayal… )
( Beklentiler olmasa, içinden çıkılamaz olanla baş edilemez! Her tarafın karla kaplı olduğu kış gününde, bir dağ köyünde olduğunuzu düşünün. Yanan odunların çıtırtısı, dışarıdaki kar fırtınasının camları titreten sesini bastırırken, siz gelincik tarlasının başlarını sağdan sola oynatan narin çiçeklerini düşünürsünüz. Ateşin sıcağı güneşi, kırmızısı ise gelincikleri ve sere serpe doğanın kucağında olacağınız günleri… )
( Derinden gelen müzik, kapı aralığından gözüne giren güneş ışığı ve beklenen bahar, ilk mektubunu göğsümün üzerine güney rüzgarlarının ipeksi dokunuşlarıyla bırakıyor sanki. Henüz çocukluktan ayrılmış bir insanın aşkı beklemesi, denizden ayrılmış bir balığın, ona ulaşmak istemesi gibi bekliyorum eski halimizin yeniden yaşamımıza girmesini. Hür olmak sokaklarda, sevdiğin insanlara doya doya sarılabilmek ve aldığın sıcak […]