( İnsan bazen olaylar karşısında ne söyleyeceğini, nasıl davranacağını bilemez; projektör ışığı görmüş tavşan gibi olur. Yazı yazmak isteyip yazamadığın anlarda da aynı duyguyu hissediyorsun. Baharı yazmak istiyorsun; kuşları, çiçekleri, bize yazı taşıyan ışık dolu günleri. Fakat, yutkunuyorsun ve kalıyorsun öylece. Aşk geliyor aklına, işte tam da sırası, ısınan havalarla birlikte, yapraklanan ağaç gibi, insanda da kuvvetlenen o muhteşem duygudan bahsedeyim diyorsun, ama nerede? Kalemin yürümüyor kağıdın üzerinde, parmakların dokunamıyor klavyenin tuşlarına. Günler gelip geçiyor, ama sen de yine mecal yok. Nereye bu gidiş? Belirsiz! Gerçek olan, bir seneyi aşkındır yaşadığımız hiç bitmeyecekmiş gibi bizi esir alan salgın günleri. Doğa, aşk ya da planlar hepsi havaya üflenen sabun köpükleri gibi sönüp gidiyor. Zifiri karanlık bir geceden sonra ortaya çıkacak sabah güneşi, bize yakın mı, yoksa uzak mı, onu da bilemiyoruz. Görünen o ki, bir süre daha hayallerde yaşayacağız eski baharlarımızı ve belki de yazları… )